28 Ağustos 2012 Salı

Tutku Nesnelerim: Egg Mouse

Tutku Nesnelerim, sahip olduğum ilk günden beri heyecanla kullandığım eşyalarım. "Kaç yıl oldu ama hala seni çok seviyorum" dedirten eşyalarım. "İyi ki almışım" dedirten eşyalarım. Neyi kaybetsen çok üzülürsün? sorusunun cevabı olan eşyalarım.

Sadece beni gerçekten heyecanlandıran şeyleri koyacağım tutku sayfalarına. Yeni aldığım eşyaları değil, bir süre kullandığım ve hala aynı heyecanı yaşadığım objelere yer vermek istiyorum bu sayfalarda. O yüzden düzenli bir tutku nesnesi göremeyebilirsiniz blogta.

İlk tutku nesnem Japonya'da bir tasarım dükkanından aldığım yumurta mouse'um. "Apple'ın ürünü mü?" diye soranlar oluyor. Hayır değil. Tokyo merkezli Elecom firmasının 20. yılını kutlamak amacıyla gerçekleştirdiği bir tasarım.





Çok beğendiyseniz,
http://www.geekstuff4u.com/elecom-egg-mouse.html#.UD0xWGjrblI adresinden satın alabilirsiniz. Fiyatı 43.30 dolar.

27 Ağustos 2012 Pazartesi

Mis

Böyle şıkır şıkır giyinmek, süslenmek püslenmek, coşmak istiyorum.
Dolu doluyum bugünlerde.


Balık Tutmak



Balık tutmak çok mutlu ediyor. Nedenini düşünüyorum bir türlü bulamıyorum.
Neden, nedenini düşünüyorum? Çünkü ben de kendime şaşırıyorum. İçimde hissettiğim coşku çok büyük.
Bugün Adrasan’da o tırtır balıkçı teknesiyle çıktığımızda bir balık bile tutamadım. Hayır balık vardı. Toplam 15 iri palamut tutuldu. Ben balık avlayamadım ama avlayanların heyecanını paylaştım,  balıklarını iğneden çıkardım. O nasıl bir haz? Nasıl bir heyecan? Balıklara dokunmak, kokularını duymak.

Emeklerin sonucunu almak.
Sanıyorum beni mutlu eden bu.
Oltayı hazırlamak tam bir mesai. Önce ucuna çapariyi takmak gerekiyor. Çapari bir süngere sarılı, uçlarında tüy olan, 10'lu 5'li iğne. Sırayla açıp, dikkatlice bir yere batırmadan ve etrafa dolaştırmadan açmak gerekiyor. Ucundaki kurşunu denize atınca dolanmasını engellemiş oluyorsun.  Böylece açtığın her iğne otomatik denize düşüyor. Ah o iğneler bir kumaşa takıldı mı? Spor ayakkabının ipi, tshirtünün kenarı… Çöz çözebilirsen. Ucundaki tırnak bir türlü çıkmıyor. Kumaşı, ipi kesmek zorunda kalıyorsun. Çapariyi de oltaya taktın mı, tamam. Balık tutmaya hazırsın.
Şimdi de uzun bir bekleme süresi. Oltayı sarıp toplama, sonra gevşetme, arada “geldi mi?” diye düşünüp motoru hızlıca, merakla döndürme. Sonra hayalkırıklığı. Ve tekrar bir deneme. Oltalar suya.
Deniz de bugünkü gibi dalgalıysa yüzüne tokat gibi gelen su. Bence denize saygıda kusur etmeyeceksin. Çöpün düştüyse eğilip bir zahmet alacaksın. Dalgası yüzüne çarptığında hürmet gösterecek, ıslansan da kızmayacaksın. Korkacaksın denizden. Mesafeni bileceksin.
Sabırla beklediğinde oltada ağırlık veya titreşim hissettiğinde balık gelmiş demektir. Böyle bir zevk bilmiyorum. Diğer kızlar benim gibi değil. Bütün kalbimle tutku yaşıyorum balık tutulma anlarında. "Zafer bizim" duygusu. Balığı elimle yakalayıp iğnesinden çıkarmak ve su dolu kovaya atmak. Kaç tane oldu diye saymak, her balıktan sonra hiç üşenmeden.


Adrasan balık avı günü de bu duygularla geçti. Eşsiz doğa manzaraları içinde başka hiçbir şey düşünmeden doğayla birbirimize karıştık. Mola verdik, kahvaltı ettik. Mola verdik, bakir koylarda suyun içinde sabah kahvemizi içtik.
Unutmadan bu sabah 5.30’ta kalktık. 6’da takamızın yanındaydık. Çok güzel bir gün oldu, doyamıyorum anlatmaya, resimlere bakmaya.

23 Ağustos 2012 Perşembe

Tövbe






Ah o lezzetli meyvelerine aldanır da bir daha sana dokunur muyum?

17 Ağustos 2012 Cuma

Erken veda


Mert'in annesinin arkadaşlarından biri genç yaşta vefat etti. En sevdiğim arkadaşlarından biriydi. "Kayınvaldenin arkadaşı ne kadar sevebilirsin ki?" diyeceksiniz eminim. Ben de duygularımı yaşarken kendime şaşırıyorum.
Bazı insanlar bana çok farklı bir elektrik veriyor. Ahmet dedemi hiç unutamam mesela. O samimi sevgiyi. Bazılarıyla bir araya geldiğimizde farklı bir enerji olur. Sanki benim için de öyleydi. Beni sevdiğini, bizi çift olarak beğendiğini hep hissederdim. Yaşıtmışız gibi hissettiğim, hiç büyümeyen insanlardan. Sinema bilgisi, kitap bilgisi, sanat bilgisi, düşünceleri, yorumları... Birlikte geçirdiğimiz kısıtlı zamanlarda hep zevk aldım. Hep etkilenerek ayrıldım yanından, düşünerek. Şahsına münhasır dopdolu bir insan. Misafir ağırlamasındaki rahatlığı, özgüveni, beni fikirleriyle sürekli şaşırtması ondan aklımda kalanlar. Kapitalist düzene karşı isyanı, siz de "çalış çalış çalış, harca harca harca" düzenine mi kapıldınız diyerek hafif gülümsemesi. Bunun gibi bazı sözleri beynime kazındı. Her zaman onu anarak hatırlayacağım sözler.
Geçen sene Bozcaada'ya gittiğimizde hediye etmişti bu tshirt'ü. Kendisi yapmış. Cenazesine giderken giydim. Daha önce hiç tanışmadığım eşi beni bununla görünce, onunla da aynı bağı hissettim. Anlatılmayacak duygular.
En ufak duygusal anda hüngür hüngür ağlayan ben, cenazelerde hiç ağlamam. Nedenini bilmiyorum.

Bu cenazede ise gözlüğümün arkasından yavaş yavaş ağladım.




16 Ağustos 2012 Perşembe

Stil sahibi olmak


Stil sahibi olmak için mutlaka marka mı giyinmek gerekiyor?
Son zamanlarda dergilerde, bloglarda hiç marka bir parça giymeden veya marka bir aksesuar kullanmadan stil sahibi görünen birine rastladınız mı? Ben rastlamadım.

Marka çanta takmadan da stil sahibi olunamaz mı? Stil dediğin nedir  ki? Bir duruş, bir tavır bir taşıma hali değil midir? Farklı bir göz ve bakış açısı, yakıştırma becerisi.

Sade bir espadril, kırmızı oje, ince bir beyaz tshirt ile stil sahibi olunamaz mı?
Eski "ben"e dönmek istiyorum.





13 Ağustos 2012 Pazartesi

I love my bike


Bisiklete binmeyi seviyorum.
Doğayla bütünleşmek güzel geliyor. Deniz kokusu, yüzüme çarpan rüzgar, Bostancı'yı geçtikten sonra yere doğru sarkan ağaçlar yüzüme değiyor, ben de ağaç olmak istiyorum. Küçüklüğüm geliyor aklıma. Yalova'da bisiklete binişim, dedem...Sevgi hissediyorum bisiklete bindiğimde.

Bisiklete binmeyi seviyorum.
Çünkü eve geldiğimde hafiflemiş hissediyorum kendimi. Yorgun olsam da rahatlama duygusu oluyor bir şekilde. Sonra aynaya bakıyorum bacaklarım sıkılaşmış mı diye, kendimle gurur duyuyorum. 30 yaşımda ilk defa düzenli spor yapabildiğim için kendimi pohpohluyorum aferinlerimle. Bisiklet sayesinde ilk defa hayatımda düzenli spor yapıyorum.

Bisiklete binmeyi seviyorum.
Çünkü özgür oluyorum. Uçuyorum sanki. İnsanların, hayvanların arasından süzülüyorum. Kayak yapar gibi aynı. Serin hava yüzüme çarpıyor ve ben kayıp gidiyorum. Düşüncelerimin içinde. İşte o zaman bütün işleri, güçleri, dertleri, yapılacakları unutuyorum. Yazı yazarken oluyor bir de. Konsantre oluyorum başka bir dünyaya, altımdan yolun nasıl kaydığını anlamadan dönüşe geçmiş oluyorum.

Bisiklete binmeyi seviyorum.
Çünkü bu sayede görüyorum, öğreniyorum, besleniyorum. İki elini de serbest bırakarak bisiklete binen kız, dıgık dıgık diye yaylanarak yürüyen mor şortlu uzun boylu kız, bazen kıskanılacak bakımlılıkta koşan hanımlar, roller blade yapan enerji dolu15likler, balık tutan amcalar, sevgilisiyle sandviç yapmış yiyen çimlere portatif sandalyesini açmış çift, köpek gezdiren aileler, uçurtma uçuran çocuklar, uzaktan kumandalı çılgın arabasını süren genç. Hele bir de bisikletiyle yanından geçerken parfümünü bırakanlar yok mu? Genç yaşlı, çirkin yakışıklı farketmiyor, bende uyandırdığı duygu "hoş".

Bisiklete binmeyi seviyorum.